Salı, Mayıs 11, 2010

BERLİN MA

Çağrılar'la birlikte 23 Nisan'ı fırsat bilip bir Berlin gezisi yapalım dedik. Avrupa şehridir, hakkı en fazla 3 gündür felsefesini benimsemiş bir çift olarak süre bizim açımızdan idealdi. Tabi Avrupa'nın diğer başkentlerindeki gibi yerel lezzet peşinde koşmak pek manalı değil. Nitekim Çağrıyla ilk gün currywurst denilen bol körili, salça soslu sosisi, schnitzeli ve meşhur haşlanmış patateslerini yedikten sonra Alman mutfağına erken bir vedanın gerekli olduğuna kar
ar verdik.

Tabi Berlin deyince insanın aklına meşhur yiyecek-içecek mekanı KaDeWe geliyor. Burası hakikaten çeşit açısından benim şu ana kadar gördüğüm en fastastik gurme dükkanı. Milano Peck, Paris Fauchon falan yanında karikatür gibi kalıyor. Velakin koca blog yazısını "efendim şahane bir yerdi, 50 çeşit domuz, 150 çeşit deniz ürünü" vardı laflarıyla dolduracak değilim. Bu yazımızın konusu "Avrupa'nın iflah olmaz pahalılıktaki lokantaları".

Taa lise yılllarından beri bu yeme-içme meselesine gönül verdiğimden, herhangi bir lokantaya bakış açım "ne kadar pahalı olabilir ki" şeklindedir. Bu yüzden özellikle öğrencilik yıllarımızda hem kendimi hem de arkadaş çevremi çok zorda bıraktığım olmuştur. İcabında bir haftalık harçlığı bir öğünde tüketip haftanın geri kalanında simit ayrana talim ettiğimiz örnekler de çoktur.

Bu "ne kadar pahalı olabilir ki" felsefesini Berlin'in moda lokantalarından biri olan "Ma" hakkındaki "Şef Tim Raue yeni lokantasında tazeliğe, inovatif rayihalara ve yerel tatlara tam bir bağlılık gösteriyor" cümlesini okuduktan sonra tekrar hatırladık. Nasıl olsa Alman mutfağından bir beklentimiz yok, bir gece kendimizi şımartmaktan bir şey çıkmaz diyerek "Ma"nın yolunu tutuyoruz.

Hafiften Michelin Guide okuyan biri olarak Avrupa başkentlerinde bir lokantanın çok pahalı olabileceğini tahmin ediyordum ama buna rağmen menü bizi ş
aşırtmayı başardı. Şöyle söyleyeyim, tatlı da yeseydik muhtemelen gelişmekte olan bir ülkenin genç profesyonelleri (!) olarak AB'nin bütün bütçe açığını toptan kapatabilirdik.

Hiç bir başlangıç, salata falan yiyemedik fiyatlar yüzünden, ben ana yemek olarak pekin ördeği istedim. İşte yazının esas tartışmak istediği mevzu burada geliyor: "çok ama çok lüks, aynı oranda pahalı bir lokantada pekin ördeği nasıl olmalı?"





İşte benim cevabım "çok ama
çok lüks bir o kadar da pahalı bir lokantada yediğiniz pekin ördeği en az Çin'de ara sokakta yarım dolara yediğiniz pekin ördeği kadar lezzetli olmalı". Bu cevaba bir sürü kişi katılmıyor olabilir, "efendim bu işin atmosferi var, servisi var, falanı filanı var, nasıl olur da sadece düz bir lezzet karşılaştırması yaparsın" diye. Yaparım ! Özellikle bir porsiyon ördeğe verilen parayla kendi ördek çiftliğinizi kurabiliyorsanız kusura bakmayın bu fikri kanımın son damlasına kadar savunurum. Çok örümcek kafalı olabilirim ama istisnalar kaideyi bozmaz, ben hiç bir şeyin en lezzetlisini bu tür ultra şık lokantalarda yemedim. Bu kadar ciddi paralar talep eden lokantalardan daha fazla bir şeyler beklemek hakkımız değil mi?

Yazıyı annelerin ünlü bir lafıyla bitirmek istiyorum "o parayla bana malzeme alsanız ben size neler yapardım". Zaten hanım da risottoyu İstanbul'daki bir sürü lokantadan daha iyi yapıyor :)