Salı, Ekim 13, 2009

Yemek İçin Yol Yapılan Şehirler

Hayatımızda rotamızı özellikle bir şeyi yemek için değiştirdiğimiz çok fazla olmamıştır. 3 michelin'e karşıyız anlayacağınız. Ama iki yerde sırf yemek için bayağı zahmete girmek zorunda kaldık, iyi ki de girdik.

Konuyla ilgili ilk mekanımız Kenya'nın başşehri Nairobi'de. Uçuşa 2 saat kala rüşvetle bulunan bilet sayesinde rötarlı da olsa akşam saat 7 gibi Zanzibar'dan havalanıyoruz ve ve saat 8:30 gibi Nairobi'deyiz. Bizi Kahire'ye götürecek uçağımız ise sabaha karşı 4'de. Tabi bu boşluğu iyi bir yemek ile doldurmak çok akıllıca.

Amaçladığımız lokantanın adı "Carnivore", bildiğiniz üzere gavurca etobur demek. Lokanta şehrin neresinde, havaalanından ne kadar sürer hiç bir fikrimiz yok. Havaalanında eli yüzü düzgün bir amcayla aramda şöyle bir diyolog geçiyor.

Ben: Afedersiniz, bizim uçağımız sabaha karşı 4'de, sizce buradan taksiyle Carnivore'a gidip, yemek yiyip geri dönmek ne kadar mantıklı.

Amca: Bir otelde dinlenmeyi düşünmez misiniz?

Amca benim ihtiraslarımı idrak edemedi anlayacağınız. Neyse, garip bir taksi şoförüyle (kendisi ben de sizinle yemeğe geleyim mi dedi!!!) Carnivore'a varıyoruz. Burası, timsahından antilopuna her türlü av hayvanının yanı sıra, bildiğimiz kuzu, dananın da koca şişlerde pişirildiği gerçekten etobur için cennet, vejeteryan için zulüm bir müessese.

Çok ama çok büyük bir mekan, masalar, dekorasyon, ortam, obez amerikalılar için dizayn edilmiş kötü amerikan lokanta zincirlerini andırıyor. Masaya oturduğunuzda bir bayrak veriyorlar. Bayrak dik durduğu sürece, koca koca şişler, koca koca zenci amcaların elinde tabağınıza servis ediliyor. Bayrağı masaya yanlamasına koyduğunuz zaman ise et servisini kesiyorlar. İşin açıkçası çok bayılmadık mekana. Ama fena mı oldu, eğer havaalanındaki amcanın tavsiyesini dinleyip bir otelde dinlenseydik, orada burada "yine bir gün timsah yiyoruz" şeklinde lakırdılar edemeyecektik.

Yolumuzu değiştirmek bir kenara, sadece yemek için seyahat ettiğimiz diğer yer ise Napoli. Bildiğiniz gibi Napoli'nin pizzası ve hırsızı meşhur. Pizzanın keşfedildiği şehirde yemek yemeden dönsem çok içimde kalırdı gerçekten. Zaten Positano'dan Roma'ya dönmemiz gerekiyordu, Napoli de esasen yol üzerinde sayılabilirdi. Bindik biz Positano'dan banliyo trenine .Yavaş yavaş Napoli varoşlarına doğru yol almaya başlarken ortam da değişmeye başladı. Vagona dilenenler, şarkı söyleyip para isteyenler, 14-15 yaşında bıçkın İtalyan çakalları inip biniyor. Vagondaki her erkek sürekli refleks olarak cüzdan ceplerini elleriyle kontrol ediyor. Belli ki hepsinin geçmişinde bir cüzdan çaldırmışlıkları var veya sürü psikolojisi çünkü ben de yavaştan cüzdanı kontrol etmeye başlıyorum. Venedik'in, Milano'nun, Capri'nin turuncu renkli pantolonlu tiki erkek kitlesinden son derece sıkıldığım için varoş havası bayağı iyi geliyor aslında. Nedense böyle ortamları daha çok seviyorum. Bir nevi vahşetin çağrısı olabilir.

Neyse efendim, uzattık iyice, Napoli'ye varıyoruz. Bu Napoli'lerin bir takım pizza kuralları var imiş. Öncelikle oklava asla kullanılmıyor, hamur elle açılıyor. Bir alıntı yapmak gerekirse "kendine saygılı hiç bir Napoli'li birden çok malzemeyi aynı pizzada kullanmıyor". Dolayısıyla, en makbul pizza iyi Napoli mozerellası ve domatesi ile yapılmış Margerita.

Bütün şehir pizzayı iyi yapıyordur muhtemelen ama biz The Guardian'ın tavsiyesine uyup Pizzeria Pellone'ye gidiyoruz. Dışarıdan da içeriden de Karadeniz pidecisine benzeyen mekanda öğle yemeği saati olduğundan kuyruk bekliyoruz. Ortam gerçekten tam beklediğimiz gibi.

En nihayetinde pizza geliyor. Şimdi bir şeyin hakkını vermek lazım, bu pizza gerçekten güzel, aynısını yapmak da basitliğine rağmen çok kolay olmasa gerek çünkü malzeme tamamen yerel anladığım kadarıyla. Bu pizza güzel, daha fazla yoruma, süslemeye falan da gerek yok. Yemeğimizi yiyip görevini yapmış insanların mutluluğu içerisinde Napoli'den ayrılıyoruz.

Son söz; sonra Roma'nın son derece meşhur pizzacısı La Bafetta'da da pizza yedik, ne yalan söyleyelim La Bafetta'nın pizzası daha iyi geldi bize. Napoli'ye yolunuzun düşmesi daha zor ama Roma'ya giderseniz, kesinlikle La Bafetta'da pizza yemenizi öneririm. Unutmayın ama, Margerita yiyeceksiniz. Belki Napoli'de hatamız o oldu, dinlemedik "kendine saygılı Napolili"leri ve farklı malzemeli pizzalar yedik.




Pazar, Ekim 04, 2009

Pansiyonculuk

Pansiyonculuk bizim çevrede çok da talep görmeyen bir tatil biçimi. Butik otel, her şey dahil falan filan derken, küçük bir mutfağı olan, akşamları kendi yemeğinizi kendinizin yaptığı yerlere etrafımızda teveccüh gösterilmiyor. Ben de çok küçük yaşlarımdan hatırlarım, ailecek Avşa'da bir pansiyona gitmiştik de, annemler küçük mutfakta akşam için makarna yapmaya çalışırken, daha o zamanlardan lokanta delisi olduğumdan somurtup oturmuştum.

Türkiye'de bu tür yerlerin çok fazla örneği var, biz de arada bir kalıyoruz ama, akşam yemeğini pansiyon mutfağında yapıp yemek şimdiye kadar nasip olmamıştı. Kısmet Positano'ya imiş.

Positano'dan önceki durağımız Capri adasıydı, ne yalan söyleyeyim hayal kırıklığına uğradık. Ne bileyim, herhalde beklentileri yüksek tutmuşuz. Ama Capri'den bindiğimiz gemi daha Positano'ya yaklaşırken etkilenmeye başladık. Positano, İtalyanların meşhur Amalfi sahillerinde, gerçekten küçük bir sahil kasabası. Bir dağın yamacına kurulduğu için, neredeyse bütün binalarda muazzam bir manzara mevcut. Koca bavulumuzla pansiyona kadar "tırmanmak" mümkün olmadığından, ıkış tıkış bir otobüse bindik ve pansiyonumuza vardık. Pensione Maria Luisa adındaki pansiyonda, odamıza girince içli bir "vauuuv" sesi yükseldi. Odanın şöyle bir balkonu;




ve şöyle bir manzarası var





Fiyatı ise bu manzara için gerçekten komik, bir de Positano'da jet sosyete tatil yapıyor diyorlardı, bunlar hiç alaçatı fiyatları görmemişler herhalde.

Balkonu görünce, bünyeye 13 gündür spaghetti, pizza doldurduğumuzdan da olsa gerek, akşam yemeklerimizi odada yemeye karar verdik. Malzeme sıkıntısı ilk akla gelen problem tabi ama aşağıdaki bakkal amca imdada yetişti.




Biraz peynir, biraz pembe domates, kafi miktarda şarap, üzüm, salam, füme et, limonçella falan derken şahane bir masamız oldu. Görüntüsü aşağıda.




Positano'da 3 gün kaldık, 2 gün balkonda, bir gün de otelin yanındaki mahalle lokantasında yemek yedik. Pansiyon balkonundan müthiş akdeniz manzarasına bakarken, aklıma Avşa pansiyonlarında makarnaya talim etmek yerine "lokanta, lokanta" diye tutturmam geldi, gülümsedim.